24 Mart 2012 Cumartesi

Dörtlükler

Bazen bir şey vardır ya
Hani insana ne kadar da çabuk geçmiş zaman dedirtir
İşte o şeyi hiç sevmiyorum
Sevemiyorum.

------------------------------------------------

Nefret kötüdür
Ben nefret etmem
Sadece gözlerimi kapar
Derin bir nefes alırım.


------------------------------------------------


İnsanın içi titrer ya
Bir şarkıyı duyunca
Ya da eski bir resme bakınca
Benim dışım da titrer işte.


------------------------------------------------


Ah, hala hatırlarım geçen kışı
Nerdeydi benim sevdiklerim?
Dibimdelerdi
Ama bir o kadar da uzaklardı.


------------------------------------------------


Mutluluk bazen ağlarla buluşan topun çıkardığı sestir,
Bazense tavadaki sucuklu yumurtanın kokusudur.
Benim içinse annemin güneşli bir yaz sabahı yanağıma kondurduğu
O samimi ve alçakgönüllü öpücüktür.


------------------------------------------------


Yeni doğan bir bebeğin
Ağlayışı kadar güzel olan
Tek acı şey
Aşkını kendine saklamaktır.


------------------------------------------------


Bazısı kalça sever, bazısıysa bacak.
Bense gözleri severim
Derin ve duygulu.
Göğüsler de güzeldir, o başka.


------------------------------------------------


Zor olan düşünmek de değil
Sevmek de
Asıl zor olan
Hiçbir şey yapmamak.


------------------------------------------------


Kendime delinin mi deli
Yoksa onun dışında herkesin mi deli
Olduğunu sorduğum çok oluyor.
Sonra da kendime "Delirdin mi be?" diyorum.

Büyümek

Önemsemezdik çürüyen dişlerimizi
Yediğimiz şekerlerin tadından fazla.
Bazen acırdı ellerimiz
Dışarda koşuştururken
Adını oyun koyduğumuz şey uğruna
Takılıp yere düşünce.
Yahut da dizlerimiz çizilirdi,
Pantalonlarımız yırtılırdı,
Yüzümüz güneşte yanardı.
Birlikte gülerdik ve
Birlikte ağlardık.
Kurduğumuz düşler vardı,
Ve peşinden koşulacak hayaller.
Yine de, her şeye rağmen
Ne kadar memnun olsak da halimizden
Işıklı ayakkabılardan da
Horoz şekerlerinden de
Fırfırlı bisikletlerden de
Mis gibi kokan çimenlerde
Bir top peşinde koşmaktan da
Çok istediğimiz tek şeydi büyümek.
Deliler gibi beklerdik büyümeyi
Çünkü bok vardı.

17 Mart 2012 Cumartesi

Otobiyografi üstüne

Yukarı baktığımda görürsem eğer ayağına cam batmışları, boş küvette çıplak yatıyorumdur. Ne soğuk sularda gezerim ne de soğuk duş severim. Sağ elimin aksine sol elimi tercih ederim, tercihlerden yana hiçbir zaman olmadıysam da bazen elmaya elma demek gerekir. Öksürüğümle boğulmam gerekirse suyu seçemem elbet. Kara(bin) kesimlerini izlemeyi sevmem. Sabahları yüzümü yıkamam, işedikten sonra da elimi. Melodinin aynı kalmasından çok değişmesini tercih edenler vardır, ben hangilerine girerim bilmem. Ortalıkta kakamın geldiğini söylerim, utanmam, kakam utanmam gereken son şeydir. Soğuk sevmediğimdendir heralde, denize işeyenlerdenimdir. Bütün gün boş boş yatarım, yemek yapar yerim. Genelde seksen iki kiloyumdur, sabahla akşam farklı çıkar kilom. Boyum yedinci sınıftan beri bir yetmiş üç metre. Kölem olmasındansa köle olmayı tercih ederim desem yalandır, ne olmak istediğimi bilemem. Psikiyatr(ist) olacağım, son hastam gayet güzel sonuçlar verdi. Suya kafamı sokmayı severim, su altında nefesimi iki buçuk dakka tutabiliyorum. Cemre Necefbaş'a hastayım. "Suya kafamı sokunca duyduğum şeyi çok seviyorum, ses gibi ama ses değil müzik gibi aslında, bir anlığına bütün dünyadan kopuyosun*" "Bir şey olacaksanız alkolik olun**" Şiirde kendim istediğim gibi kelimeler kullarım, ama düzyazında her şeyin kuralına göre olmasından yanayım. Dağın yamaçlarında ve buğday taneleriyle takılırım, kraliçeyi ve sırları sevmekten hala vazgeçemedim. Sesi güzel olan insanlara bayılırım, hep sesim güzel olsun istemişimdir, ama Hak -varsa eğer- ses dağıtırken ben osuruyormuşum. Sapioseksüelim, dış görünüşe önem vermem, lakin kız dediğin Joy Division bilmeli, Bukowski sevmeli, Tom Waits dinlemeli, Kinyas Ve Kayra'yı okumalı, Dead Poets Society'i sevip izlemeli, entelektüel, zor ve sorunları olmalı. Tırnak, saç ve sakal kesmek, giyinmek, aykırıdır insanın doğasına. Sana tokat atana öbür yanağını uzat demiş İsa, komşusu aç iken tok yatan bizden değildir demiştir Muhammed, Musa ne demiş bilmiyorum. Ne dindar ne imanlıyımdır. Soymayı da soyunmayı da severim,  vücudumdan utanmam. Piyanomla sevişir, para için müzik yapanları kınarım. Sigara içmem ama sigara dumanında boğulanlar, sorarım size başka duman mı kalmadı hayatınızda boğulacak?


*Başak Dağlıoğlu
** "If you're going to be something be an alcoholic." Charles Bukowski

15 Mart 2012 Perşembe

Gecenin Kadınları

Sabahları rast gelmiştim birkaç kere,
Uzun ve renkli saçları vardı
Gökkuşağının her renginden,
İnsanın içini ısıtmaktan ziyade yakan bir kızıldan
Papatyaları kıskandıracak bir sarıya kadar.
Ve mis gibi de kokardı telleri;
Bazıları kır çiçeklerini,
Bazıları lavanta bahçelerini,
Bazılarıysa bir gül demetini andırarak.
Yumuşak ve zarif tenleri vardı,
Yer yer parlak, rengarenk kumaş parçaları tarafından kapatılmış.
Ve insanı "Bunlar nasıl oluyor da dengede duruyor?" diye düşündüren
Uzun, ince ve pürüzsüz bacakları
Nasıl oluyorsa işte o yüksek topukların üstünde
Dikliğini korumayı başarıyordu.
Ama asıl Ay'la beraber çıkarlardı dışarı,
Her gece yıldızlar güneşin görevini almaya karar verdiğinde
Öylece beklerlerdi kedilerle birlikte
Eski köprünün çürümeye yüz tutmuş
Döküntü taşlarının altında;
Bir arada, usulca.
Loş sokak lambasının hüzünlü ışığında
Zorca seçilen yüzlerindeki
Boş gülüş ve bakışların ardında
Rujlarının ve göz farlarının arkasına saklanmış
Kederleri vardı.
Bazen birkaç sarhoş laf atar,
Bazen kendi aralarında gülüşürlerdi,
Bazense üç-beş genç ıslık çalardı,
Onun dışında
Sadece esen gece yelinin
Hafif sesi çıkardı.
Ve usulca beklemeye devam ederlerdi gecenin kadınları
Gün doğana dek
Utangaç bakışların altında.

14 Mart 2012 Çarşamba

Soyun adımızı sonsuz karanlığa

Bu asansör hep yukarı mı çıkar? Bailaora seslerindeki yakarış gibi. Yarım kalmış düşüncelerden türemiş cümleler lazım(lık)sa eğer bazen, devşirmeliyiz o zaman sadrazam-ı aleyhü vesselamı. Yukarı çıkış yasaksa yarım adadaki yanık yiğit şelalesinde, atlanmalıdır o zaman aşa eve(l) (y)Allah. Uğursuz gecelerdeki inançsız yıldız takımlarından inmiş bir vahiyse eğer geçmişimiz, bağır! Yet(k)isiz devlet ajanlarına bağır, yardım eli uzatmamış beyaz adamlara bağır! Yorgan kavgasını töre cinayetine çevirenler bizlersek eğer, haykır adımızı sonsuz karanlığa. 


Soyun sonu sadece söz son(a) ererse gelecektir. Soyun ki söz sona ermesin, soyun ki bütün doğallığınla dolaşabil dağlarda, soyun ki utanç duyma durumundan, soyun ki hala sorgulayabildiğini görsünler cevapları, soy(un) ki geceler çıkabilsin aydınlığa.  

6 Mart 2012 Salı

Sakal

I

işinden memnundu Efrahim Usta
her ne kadar dükkanına gelen her müşteri
adını İbrahim sansa da
aldrımazdı o artık bunlara, alışmıştı insanlığa
ve o kadar görüp geçirmişti ki
isminin yanlış söylenmesi
onun canını sıkacak en son şeydi
yalnız başınayken dert edecek
daha büyük şeyleri vardı bu yaşlı yahudinin
bir başına, karanlıkta
sakalını sıvazlarken

II

Efrahim Usta severdi ya sakalını sıvazlamayı
aklına nasırlı parmaklarının ucuna batınca gelen
o derin bir ah çektiren anıları sevmezdi
sevmezdi ya aklından çıkıp gitmezdi onlar da
aksi bir sakız gibi beyninin en kuytu köşelerine yapışır
adamı iyice huzursuz ederdi

yine böyle tek başına sessizliğe ve karanlığa gömülmüş
sakalının iyice beyaz olmuş telleri arasında
soğuktan kaskatı kesilmiş parmaklarını gezdirirken
beynine yapışan sakızdan bir anlığına uzaklaşıp düşündü
derince ve iyice düşündü
o kadar derindi ki bu düşünce
marangozhanenin o tozlu havasını
ciğerlerine çekmeyi bile unutmuştu
ve sonunda içinde kalan birazcık solukla
"ne önemi var ki Efrahim" dedi
"ne anlamı var böyle yaşamanın"
gözü dolabın kuytu bir köşesinde
karanlıkta unutulmuş soğuk baba yadigarı tabancaya gitti

III

durdu
şöyle bir kafasını salladı
yapabilir miydi?
kendisi gibi herkesin unuttuğu bir kuytuda bulunan
o zavallı altıpatlara bir yakınlık hissetti birden
metal soğukluğunu hissetti içinde
düşüncesi bile kötüydü
yıllar sonra o barutu böyle kullanmanın
kötüydü ya huzurlatıcıydı da
vah dedi kendi kendine
bitmişim ben
şundan sonra
yaşasama ne yazar
yaşamasam ne
ağırca doğruldu oturduğu sandalyeden
sigara kokan o eski yırtılmış kumaşı avucunda hissetti
derisinin ne farkı kalmıştı ki o kumaştan
dolaba doğru attığı her ağır adım
sanki zamanı gittikçe yavaşlatıyordu
ve yerdeki eski parkeler
gitgide kulağında çınlayan bir gıcırdama çıkarıyordu
yanağından bir göz yaşı aşağıya süzüldü
tenini ısıtarak
varmıştı artık döküntü dolaba
başını rafa doğru kaldırdı, öylece bakakaldı
yutkundu
tükürüğü boğazını yakarak aşağı ilerledi
bıkmıştı artık
sakalını sıvazladı uzun bir süre
sonra da yaşamak tatlı şey be dedi
yapamam ben böyle şeyi

hayat bu ya
ne olacağı belli olmaz demişler
üç gün sonra da
kanserden öldü zavallı Efrahim Usta
mezar taşına İbrahim yazıverdiler

4 Mart 2012 Pazar

Defter&Kalem


Yeni bir defter alırsın ya, yanına bir de kalem.  Yazmak dökmek istersin içindekileri.  Ama o kadar özene bezene seçmişsindir ki bu kalemi defteri, kendinden bile saklarsın onları. İçini yazmaya değer bir şeyler bulamamaktan korkarsın.  Hatta belki de bulamazsın daha çok korkarsın.  Sonra bu korku kendini üzüntüye çevirir.  Alırsın eline kâğıdı kalemi en basta yapmak istediğin şeyi yapmaya içini dökmeye başlarsın.  Fakat beklentini sana vermez yazdıkların, kendini ifade edememişsindir.  Kendini kendin beğenmezsin daha.  Sonra sucu kaleme atarsın tüm nefretinle.  Onda ararsın hatayı.  Mürekkebe basarsın küfrü, o güzel kokulu kâğıda… Ama bunları yaparken durup kendine bakmazsın; kim olduğuna ya da ne istediğine.  Belki de bunu yapmak istemezsin.  Er ya da geç yapmak zorunda kalacaksın: kim olduğunu ne istediğini keşfetmek zorunda.  O zaman daha önce yaptıklarına anlam veremeyeceksin.  Başka biri olmaya çalıştığını, sahteliğini göreceksin.  Bunu bir uzun araba yolculuğunda anlayacaksın ya da yağmurun altında yürürken belki sahilde oturmuş dalgaların kumu tokatlayışını izlerken.  O zaman fark edeceksin aslında hayatin en az silikon memeler kadar sahte kıçımdaki kıllar kadar gerçek olduğunu.