8 Aralık 2012 Cumartesi

Dörtlükler - II

Ne varsa hayata dair
İnsanı mutlu edebilen,
Hep yasak.
Hep ayıp.

------------------------------------

Bisiklete binen tavukların kol gezdiği
Ve ekmeğin kalmadığı bakkalların
Her yerde olduğu bir ülkede
Sevgililer birbirlerinin hayatından çıkmazlarmış.

------------------------------------

Yapmak için yaptım
Ve bana yapılandan yapıldım,
Ne olduysa işte
Hep ondan oldu.

------------------------------------

Her şeyin başladığı
Ve bittiği
O güzide yerde ağlarmış
Bitmemiş başlangıçlar.

------------------------------------

Sana kal demeyeceğim
Ama nolur kal Lavinia.
Devam et ve süsle
Tatlı rüyalarımı.

27 Kasım 2012 Salı

Nur

Gecenin sessizliğine bürünür yürürdüm sokakta önceden. Belki kulağımda olurdu kulaklıklarım. Fakat çalışmayan iki kulaklık gibiydik biz. Kendi müziğimizi dinleteceğimize, dışarıdaki sesleri yansıtırdık. Yansımalardan oluşan kısır döngüydü benim şansım. Döngüyü kısır yapan da sendin, yansıtan da. Ruhunun kısırlığını verdin bana. Emdin beni, beni biz, bizi sen yaptın gittin. Sözlerim bitti artık, esir alındım boşluk tarafından. Boşlukta yetişirken ta kendisi oldum çıktım. İnanmak yok bize şimdilik, bizim için. Mimberinden düşmüş imamın cemaatiyiz. Toprağımız bol, ruhumuz nur ile dolsun.

23 Kasım 2012 Cuma

Şahaneler

evet yüzsüzlerdi, evet götlerdi. evet yüzüne bakarlardı, gözlerini kırpmadan yalanlarını ve saçmalıklarını ve bok püsürlerini kusarlardı; ve o kadar bencilce yaparlardı ki, ne düşündüğün umurlarında olmazdı. çünkü o kadar şahanelerdi ki senden tek kurtuluşları bahanelerdi. (göt şahane olur muymuş demeyin, gayet de oluyor, memeyle bile kapışıyor.) sıçarlardı tüm şahaneleriyle gün ve hafta ve yıl boyu, ve doğaldı onlar için. kolaydı. çünkü bir kere göt olunca; ne adam olmanın sorumluluğu çökerdi üstüne pis bir gölge gibi, sıçmanın tüm hazzını dağıtarak, ne de kimse kızmazdı sıçışlarına kendilerinden başka. ayna karşısında kontrolü ele geçiren o vicdan da olmasa, ömür sıçmakla da geçerdi.

ah, göt göte verip, gözlerinin içine baka baka sıçmak vardı damarlarında.


ama ayna vardı karşılarında.


*bkz.: Her Sey Peynir, Bahaneler.

4 Kasım 2012 Pazar

Bahaneler

Yüzsüzdük biz. Her şeye yüzümüz vardı, her şeye bahanemiz olduğu gibi. Olmadığı zaman da uydururduk bir tane, her şeye yüzümüz vardı sonuçta. Göttük biz tam anlamıyla, halkın tabirindeki o götler bizdik işte. Ve bahaneler osurur, yalanlar sıçardık millete. Göttük sonuçta, paslanmamamız lazımdı. İşleyen demir pas tutmaz  dediler diye. Bazen bozardık ağzımızı, önümüze gelene, geçene, seri yalancıydık biz, isal oluyorduk yani. Bazen ise kitlenirdik, ne bir ses ne de bir nefes çıkardı ağzımızdan. Kanımız deliydi ama hiç adam olamadık. Anlamıştık zaten onu, ondan göt olduk biz yoksa şansımız olsa, nası adamlar olurduk bir bilseniz.

3 Kasım 2012 Cumartesi

Ses kayıtlarımızı gözlerimiz dinlerdi bizim

Şiirlerimi odamın duvarlarına yazardım hep. Dört duvarım vardı anca. Sonra sen oldun duvarlarım, sana yazdım şiirlerimi bende. Yüzündeki solmuş gülümsemenin verdiği hazdı sigaradan aldığım. Belki renklenir diye daha fazla çekerdim içime onu da. Tonuna uymayan dilsiz bir vokalin, akordu olmayan bir klavyenin oluşturduğu iki kişilik bir caz grubuyduk biz. Cazı caz yapmak için atardık sololarımızı. Önce ben ucu kırık kalemimle yapardım atışımı kahve lekeli sayfalarıma, sonra sen söndürürdün sigaranı omzumda. Düz duvarda düzüşen at sinekleriydi benim aklımdaki ucuz şarapla kafa olduğumda. Beğenmeyip de yiyişiriz diye çıkamadığımız filmdi makinemden çıkanlar. Ve düz duvarda düzüşen at sinekleriydi benim aklımdaki pahalı viski ile kafa olduğumda. Gençtik fakat ölecektik.

30 Nisan 2012 Pazartesi

Bilal

Adeta post-modern bir doğa harikası
Farkındalık yaratmak için
İrite edin
Karşı çıkın
diye düşünüyor isyan ediyorlardı
bir nevi

Ama bende,
ağzımla dudaklarımın neye göre
yerleştirildiğini bilmediğim yüzeyimde


Tam
Ortada

Sağ
Burun deliğimde


Burnumun ortasındaki duvara dayanmış
Yaşlı bir sümük parçası
suratıma bakan her insanın
Rahatsız olan
olan bakışlarının
Sahte rüzgarların, fırtınaların
Yaratılan imparatorlukların
Hükümdarıymışcasına, kahkaha atıyor
Gırtlağı tıkanana kadar gülüyordu.

Farkındalık
yaratmıştı

Tuvalete gidiyordum.
Aynaya bakacak,
iktidarın ben olduğumu gösterecektim
O moruğa
Burnumu peçeteye sarıppeçeteyi
açtığımda
Cesedini bulmak için can atıyordum
Ama şaşırmıştım
O benim sandığım kişi değildi
Çok daha güçlüydü
Burnuma bayrağını diken sivilceydi.
Bir an inanamadım.
Ne işi vardı onun orada?
Sonra bir heyecan kapladı beni
Onu yok edecek gücü barındırıyordum.
Tırnaklarımın onu arasına alıp
oluşturacağı cinayet melodisi
suratımı bürümüştü

O tedirgin sivilceyi, Bilal tipi vardı onda
tırnaklarımın arasında sıkıştırdım.
Sıkarken, yavaşca çıkan o
Muhallebi kıvamlı, şey
Bilal'in kanı olmalıydı.

Bir kez daha sarmaladım burnumu
peçeteyle.
Bıraktığı iz tatmin ediciydi.
Sarhoş bir ateşi parmaklarımın ucuyla
söndürmüş,
küllerini kendime bir ödül bilmiştim.



Not: Bu şiir Derin Arduman tarafından yazılmıştır.

28 Nisan 2012 Cumartesi

Eller

Ne gariptir ki ellerimiz
Hiçbir zaman hakkettikleri ilgiyi
Görme fırsatını bulamamışlardır.
Oysa ki eller,
Bazen bir çocuğun en iyi oyuncağı,
Bir yazarın en iyi kalemi,
Bir aşçının en usta mutfak aleti,
Bir ressamın en estetik fırçası,
Bir katilin en soğukkanlı silahı,
Bir doktorun en güvendiği gereci,
Olabilen
Yegane organlardır.
Ellerimizde sevgi vardır,
İnanç vardır,
Aşk ve tutku,
Avcumuzdaki çizgileri dolduran,
Düşlerimiz vardır.
Tanrı vardır ellerimizde.
Her şey elimizde,
Bir de bunun farkında olsak...

Sevgiliyi Seçmek

Tıpkı bir arının bal yapacağı çiçeği seçmesi gibi
Ben de seçmek isterim sevgiliyi.
Öncelikle, öyle bir görünmeli ki gözüme
Her gördüğümde onu
Gözümü kapatıp açmak isteyeyim,
Kendimi onu yeni gördüğüme inandırmak için.
Ve öyle bir şey olmalı ki içimde onu her görüşümde
Dışımı da etkilemeli bir nebze.
Görmek görmek diyorum ya,
Bu görmek bildiğiniz görmeye benzemez,
Öyle bir görmeliyim ki onu,
Bakışlarım tenini ve gözlerini delip,
Kalbine ve beynine ulaşabilsin.
İsterim ki gece dolunay çıktığında
Yıldızların loş ışığıyla aydınlanmış sokaklarda
Yarını önemsemeden dans edebilelim
Ve de
Güneş sabahın erken saatlarinde
Gökyüzünü sarıya ilk boyadığında
Elleremiz birbirine değsin.
Ancak öyle bir değsin ki,
O benim tutkularımı, aşkımı
Ve bir davulu andıran
Kalp atışımı hissedebilsin,
Ben de onunkini.
Öyle seveyim ki onu,
Gözünün altında ne zaman bir yaş belirecek olsa
Yanında olayım ağlatmamak için.
Çok sırrımız olsun
Ve bir o kadar da anımız;
Dillere destan olmasa da aşkımız
Gönüllerimizi kuvvetli tutsun.
Öyle bir sevgili olsun ki o,
Eğer ki ayırırsa kader bizi,
Hep zihnimde bulunsun.
Ve de diyeyim:
"Ulan, iyi ki sevmişim!"

Şans

Çok sevdiğim bir arkadaşım vardır,
Şu an özel sebeplerden dolayı
Adını sizlerle paylaşamayacağım.
Fakat başından geçenler...
Onun başından geçenleri,
Yediden yetmişe, istisnasız,
Herkes, ama herkes bilmeli:
O bilmez ki başımıza gelenler
Düşlediklerimizden daha çok
Bizimdir.
Yahut da düşünmez,
Gerçekliğin gerçek değerini.
Sadece der ki:
"Şanslıyan yeterince;
söyleyebilirsin tüm düşüncelerini,
içini dökebilirsin karşındakine;
ama sadece yeterince şanslıysan."
Ve hep "doğru" anı bekler
Bir yastık gibi yumuşak olan düşlerini
Gerçekliğin sert duvarına
"Bam!" diye vurmak için.
Bunu yapmak için gerekli olan kudreti
Ne damarlarındaki mevcut kanda bulabilir
Ne de kalbindeki minicik cesareti bastıran beyninde.
Anlayacağınız,
Doyasıyıa, dolu dolu,
Yaşlı amcaları "Vay be!" dedirtecek,
Genç kızların kalplerini hoplatacak,
İnsana dudak uçuklatacak
Şekilde yaşamaz düşlerini.
Onun düşleri,
Zihninde başlar
Ve zihninde biter.
Yani 
Bu arkadaş hayallerini kendine saklar.
Göremez, bilemez mantıkçı kişiliği
Neler kaçırmakta olduğunu.
Ben de ona demek isterim ki:
Şans, insanın kalbinin gücünün
Beyninin mantık katsıyısına bölümünün
Karesidir. 

Erken Boşalan Yazı


Hani birini seversin, onu hayal edersin, durmadan onun hakkında düşünürsün ama onu görünce... Ne olduğunu anlayamazsın, konuşamazsın bile belki de. O önünde dururken hayallerin hepsi kaçıp gider aklından. Neden bilemezsin anlayamazsın ama o an donarsın.  O gittiği anda hayallerin tekrar baslar, o mükemmel hayaller, o seni hayata bağlayan düşler... Yine karşılaşırsınız bir gün, bu sefer kararlısındır; ona söyleyeceksindir hayallerini, ondan seninle olmasını isteyesindir. Belki gerçekten söyleyebilirsin tüm düşüncelerini belki yine sözler düğümlenir ağzında dilini oynatamazsın.  Şanslıysan yeterince; söyleyebilirsin tüm düşüncelerini, içini dökebilirsin karsındakine; ama sadece yeterince şanslıysan. Is bununla da bitmez gerçi daha çok sansa ihtiyacın olacaktır aslında. Hani o mükemmel an için, o an için beklemek zorundasındır iste, yine hayaller kurmak zorunda.  Her çiftte olduğu gibi gelecektir elinde sonunda. Birbirinize olan sevginizi birleştireceksinizdir. Ama sadece yeterince şanslıysanız, gerçekten şanslıysanız eğer olacaktır bu.  Ama içini dökmek için kurduğun hayaller gibi bunlar da sadece hayal olacaktır, gerçekler düşündüğünden daha.  Ne kadar mükemmel olmasa, her ne kadar planlandığı gibi olmasa da o anin gelmesine sevineceksindir. Sevgi birleşimi sonuçta...  Her şey yolunda giderken planladığından farklı bir şey de olabilir. Nasıl olsa her şeye bir Muhalefet vardır hayatta.  Erken boşalırsın... Tüm o hayaller düşler planlamalar hepsi yalan olmuştur saniyeler içinde artık sen kendin bile değilsindir belki.

Doğruyu söylemek gerekir diye duşundum, neden saklayayım ki; bana da oluyor bu. Hem de çok sık oluyor.  Aklıma bir fikir geliyor, o fikre bağlanıyorum kafamın içinde anlamlandırıyorum biçimlendiriyorum ama...  Ne zaman önüme bir kâğıt çıksa elime bir kalem almaktan, oturup yazmaya başlamaktan korkuyorum, belki de korkmuyorum dedim ya o an ne oluyorsa iste, ben de bilmiyorum.  Kâğıt önümden gittiği anda alıyorum elime kalemi, tekrar başlıyorum düşüncelerimle sevişmeye, onları okşamaya. Yine bir an geliyor, önümde bir kâğıt, ellerim kollarım bağlanıyor, ne yapacağımı bilemeden ortan uzaklaşıyorum.  Fakat iyi haber sandığımdan çok daha şanslı olmam; O sansı da yakaladığımda asla bırakmamam. Kalem elimde düşüncelerimin doruklarındayken bu sefer ben çekiyorum kâğıdı önüme. Başlıyorum yazmaya büyük bir sevgiyle, askla, hatta belki de bir şehvet ile... Söyledim ya her zaman planladığınız gibi olmuyor her şey, bırakıyorum kalemi elimden ve yazıma bakıyorum, o günlerce, haftalarca, aylarca hayalini kurduğum, şekillendirdiğim, anlamlandırdığım her şey o kâğıdın üzerinde öyle bir duruyor ki... Anladınız iste; tatmin etmiyor insani. Ama oturup yine hayal kuruyorum, yine düşünüyorum, yine düşünüyorum ve hala fikirlerimle ask yaşıyorum.

Küçük bir sır olarak kalsın ama hiç başlamamaktan çok daha iyi hissettiriyor...

24 Mart 2012 Cumartesi

Dörtlükler

Bazen bir şey vardır ya
Hani insana ne kadar da çabuk geçmiş zaman dedirtir
İşte o şeyi hiç sevmiyorum
Sevemiyorum.

------------------------------------------------

Nefret kötüdür
Ben nefret etmem
Sadece gözlerimi kapar
Derin bir nefes alırım.


------------------------------------------------


İnsanın içi titrer ya
Bir şarkıyı duyunca
Ya da eski bir resme bakınca
Benim dışım da titrer işte.


------------------------------------------------


Ah, hala hatırlarım geçen kışı
Nerdeydi benim sevdiklerim?
Dibimdelerdi
Ama bir o kadar da uzaklardı.


------------------------------------------------


Mutluluk bazen ağlarla buluşan topun çıkardığı sestir,
Bazense tavadaki sucuklu yumurtanın kokusudur.
Benim içinse annemin güneşli bir yaz sabahı yanağıma kondurduğu
O samimi ve alçakgönüllü öpücüktür.


------------------------------------------------


Yeni doğan bir bebeğin
Ağlayışı kadar güzel olan
Tek acı şey
Aşkını kendine saklamaktır.


------------------------------------------------


Bazısı kalça sever, bazısıysa bacak.
Bense gözleri severim
Derin ve duygulu.
Göğüsler de güzeldir, o başka.


------------------------------------------------


Zor olan düşünmek de değil
Sevmek de
Asıl zor olan
Hiçbir şey yapmamak.


------------------------------------------------


Kendime delinin mi deli
Yoksa onun dışında herkesin mi deli
Olduğunu sorduğum çok oluyor.
Sonra da kendime "Delirdin mi be?" diyorum.

Büyümek

Önemsemezdik çürüyen dişlerimizi
Yediğimiz şekerlerin tadından fazla.
Bazen acırdı ellerimiz
Dışarda koşuştururken
Adını oyun koyduğumuz şey uğruna
Takılıp yere düşünce.
Yahut da dizlerimiz çizilirdi,
Pantalonlarımız yırtılırdı,
Yüzümüz güneşte yanardı.
Birlikte gülerdik ve
Birlikte ağlardık.
Kurduğumuz düşler vardı,
Ve peşinden koşulacak hayaller.
Yine de, her şeye rağmen
Ne kadar memnun olsak da halimizden
Işıklı ayakkabılardan da
Horoz şekerlerinden de
Fırfırlı bisikletlerden de
Mis gibi kokan çimenlerde
Bir top peşinde koşmaktan da
Çok istediğimiz tek şeydi büyümek.
Deliler gibi beklerdik büyümeyi
Çünkü bok vardı.

17 Mart 2012 Cumartesi

Otobiyografi üstüne

Yukarı baktığımda görürsem eğer ayağına cam batmışları, boş küvette çıplak yatıyorumdur. Ne soğuk sularda gezerim ne de soğuk duş severim. Sağ elimin aksine sol elimi tercih ederim, tercihlerden yana hiçbir zaman olmadıysam da bazen elmaya elma demek gerekir. Öksürüğümle boğulmam gerekirse suyu seçemem elbet. Kara(bin) kesimlerini izlemeyi sevmem. Sabahları yüzümü yıkamam, işedikten sonra da elimi. Melodinin aynı kalmasından çok değişmesini tercih edenler vardır, ben hangilerine girerim bilmem. Ortalıkta kakamın geldiğini söylerim, utanmam, kakam utanmam gereken son şeydir. Soğuk sevmediğimdendir heralde, denize işeyenlerdenimdir. Bütün gün boş boş yatarım, yemek yapar yerim. Genelde seksen iki kiloyumdur, sabahla akşam farklı çıkar kilom. Boyum yedinci sınıftan beri bir yetmiş üç metre. Kölem olmasındansa köle olmayı tercih ederim desem yalandır, ne olmak istediğimi bilemem. Psikiyatr(ist) olacağım, son hastam gayet güzel sonuçlar verdi. Suya kafamı sokmayı severim, su altında nefesimi iki buçuk dakka tutabiliyorum. Cemre Necefbaş'a hastayım. "Suya kafamı sokunca duyduğum şeyi çok seviyorum, ses gibi ama ses değil müzik gibi aslında, bir anlığına bütün dünyadan kopuyosun*" "Bir şey olacaksanız alkolik olun**" Şiirde kendim istediğim gibi kelimeler kullarım, ama düzyazında her şeyin kuralına göre olmasından yanayım. Dağın yamaçlarında ve buğday taneleriyle takılırım, kraliçeyi ve sırları sevmekten hala vazgeçemedim. Sesi güzel olan insanlara bayılırım, hep sesim güzel olsun istemişimdir, ama Hak -varsa eğer- ses dağıtırken ben osuruyormuşum. Sapioseksüelim, dış görünüşe önem vermem, lakin kız dediğin Joy Division bilmeli, Bukowski sevmeli, Tom Waits dinlemeli, Kinyas Ve Kayra'yı okumalı, Dead Poets Society'i sevip izlemeli, entelektüel, zor ve sorunları olmalı. Tırnak, saç ve sakal kesmek, giyinmek, aykırıdır insanın doğasına. Sana tokat atana öbür yanağını uzat demiş İsa, komşusu aç iken tok yatan bizden değildir demiştir Muhammed, Musa ne demiş bilmiyorum. Ne dindar ne imanlıyımdır. Soymayı da soyunmayı da severim,  vücudumdan utanmam. Piyanomla sevişir, para için müzik yapanları kınarım. Sigara içmem ama sigara dumanında boğulanlar, sorarım size başka duman mı kalmadı hayatınızda boğulacak?


*Başak Dağlıoğlu
** "If you're going to be something be an alcoholic." Charles Bukowski

15 Mart 2012 Perşembe

Gecenin Kadınları

Sabahları rast gelmiştim birkaç kere,
Uzun ve renkli saçları vardı
Gökkuşağının her renginden,
İnsanın içini ısıtmaktan ziyade yakan bir kızıldan
Papatyaları kıskandıracak bir sarıya kadar.
Ve mis gibi de kokardı telleri;
Bazıları kır çiçeklerini,
Bazıları lavanta bahçelerini,
Bazılarıysa bir gül demetini andırarak.
Yumuşak ve zarif tenleri vardı,
Yer yer parlak, rengarenk kumaş parçaları tarafından kapatılmış.
Ve insanı "Bunlar nasıl oluyor da dengede duruyor?" diye düşündüren
Uzun, ince ve pürüzsüz bacakları
Nasıl oluyorsa işte o yüksek topukların üstünde
Dikliğini korumayı başarıyordu.
Ama asıl Ay'la beraber çıkarlardı dışarı,
Her gece yıldızlar güneşin görevini almaya karar verdiğinde
Öylece beklerlerdi kedilerle birlikte
Eski köprünün çürümeye yüz tutmuş
Döküntü taşlarının altında;
Bir arada, usulca.
Loş sokak lambasının hüzünlü ışığında
Zorca seçilen yüzlerindeki
Boş gülüş ve bakışların ardında
Rujlarının ve göz farlarının arkasına saklanmış
Kederleri vardı.
Bazen birkaç sarhoş laf atar,
Bazen kendi aralarında gülüşürlerdi,
Bazense üç-beş genç ıslık çalardı,
Onun dışında
Sadece esen gece yelinin
Hafif sesi çıkardı.
Ve usulca beklemeye devam ederlerdi gecenin kadınları
Gün doğana dek
Utangaç bakışların altında.

14 Mart 2012 Çarşamba

Soyun adımızı sonsuz karanlığa

Bu asansör hep yukarı mı çıkar? Bailaora seslerindeki yakarış gibi. Yarım kalmış düşüncelerden türemiş cümleler lazım(lık)sa eğer bazen, devşirmeliyiz o zaman sadrazam-ı aleyhü vesselamı. Yukarı çıkış yasaksa yarım adadaki yanık yiğit şelalesinde, atlanmalıdır o zaman aşa eve(l) (y)Allah. Uğursuz gecelerdeki inançsız yıldız takımlarından inmiş bir vahiyse eğer geçmişimiz, bağır! Yet(k)isiz devlet ajanlarına bağır, yardım eli uzatmamış beyaz adamlara bağır! Yorgan kavgasını töre cinayetine çevirenler bizlersek eğer, haykır adımızı sonsuz karanlığa. 


Soyun sonu sadece söz son(a) ererse gelecektir. Soyun ki söz sona ermesin, soyun ki bütün doğallığınla dolaşabil dağlarda, soyun ki utanç duyma durumundan, soyun ki hala sorgulayabildiğini görsünler cevapları, soy(un) ki geceler çıkabilsin aydınlığa.  

6 Mart 2012 Salı

Sakal

I

işinden memnundu Efrahim Usta
her ne kadar dükkanına gelen her müşteri
adını İbrahim sansa da
aldrımazdı o artık bunlara, alışmıştı insanlığa
ve o kadar görüp geçirmişti ki
isminin yanlış söylenmesi
onun canını sıkacak en son şeydi
yalnız başınayken dert edecek
daha büyük şeyleri vardı bu yaşlı yahudinin
bir başına, karanlıkta
sakalını sıvazlarken

II

Efrahim Usta severdi ya sakalını sıvazlamayı
aklına nasırlı parmaklarının ucuna batınca gelen
o derin bir ah çektiren anıları sevmezdi
sevmezdi ya aklından çıkıp gitmezdi onlar da
aksi bir sakız gibi beyninin en kuytu köşelerine yapışır
adamı iyice huzursuz ederdi

yine böyle tek başına sessizliğe ve karanlığa gömülmüş
sakalının iyice beyaz olmuş telleri arasında
soğuktan kaskatı kesilmiş parmaklarını gezdirirken
beynine yapışan sakızdan bir anlığına uzaklaşıp düşündü
derince ve iyice düşündü
o kadar derindi ki bu düşünce
marangozhanenin o tozlu havasını
ciğerlerine çekmeyi bile unutmuştu
ve sonunda içinde kalan birazcık solukla
"ne önemi var ki Efrahim" dedi
"ne anlamı var böyle yaşamanın"
gözü dolabın kuytu bir köşesinde
karanlıkta unutulmuş soğuk baba yadigarı tabancaya gitti

III

durdu
şöyle bir kafasını salladı
yapabilir miydi?
kendisi gibi herkesin unuttuğu bir kuytuda bulunan
o zavallı altıpatlara bir yakınlık hissetti birden
metal soğukluğunu hissetti içinde
düşüncesi bile kötüydü
yıllar sonra o barutu böyle kullanmanın
kötüydü ya huzurlatıcıydı da
vah dedi kendi kendine
bitmişim ben
şundan sonra
yaşasama ne yazar
yaşamasam ne
ağırca doğruldu oturduğu sandalyeden
sigara kokan o eski yırtılmış kumaşı avucunda hissetti
derisinin ne farkı kalmıştı ki o kumaştan
dolaba doğru attığı her ağır adım
sanki zamanı gittikçe yavaşlatıyordu
ve yerdeki eski parkeler
gitgide kulağında çınlayan bir gıcırdama çıkarıyordu
yanağından bir göz yaşı aşağıya süzüldü
tenini ısıtarak
varmıştı artık döküntü dolaba
başını rafa doğru kaldırdı, öylece bakakaldı
yutkundu
tükürüğü boğazını yakarak aşağı ilerledi
bıkmıştı artık
sakalını sıvazladı uzun bir süre
sonra da yaşamak tatlı şey be dedi
yapamam ben böyle şeyi

hayat bu ya
ne olacağı belli olmaz demişler
üç gün sonra da
kanserden öldü zavallı Efrahim Usta
mezar taşına İbrahim yazıverdiler

4 Mart 2012 Pazar

Defter&Kalem


Yeni bir defter alırsın ya, yanına bir de kalem.  Yazmak dökmek istersin içindekileri.  Ama o kadar özene bezene seçmişsindir ki bu kalemi defteri, kendinden bile saklarsın onları. İçini yazmaya değer bir şeyler bulamamaktan korkarsın.  Hatta belki de bulamazsın daha çok korkarsın.  Sonra bu korku kendini üzüntüye çevirir.  Alırsın eline kâğıdı kalemi en basta yapmak istediğin şeyi yapmaya içini dökmeye başlarsın.  Fakat beklentini sana vermez yazdıkların, kendini ifade edememişsindir.  Kendini kendin beğenmezsin daha.  Sonra sucu kaleme atarsın tüm nefretinle.  Onda ararsın hatayı.  Mürekkebe basarsın küfrü, o güzel kokulu kâğıda… Ama bunları yaparken durup kendine bakmazsın; kim olduğuna ya da ne istediğine.  Belki de bunu yapmak istemezsin.  Er ya da geç yapmak zorunda kalacaksın: kim olduğunu ne istediğini keşfetmek zorunda.  O zaman daha önce yaptıklarına anlam veremeyeceksin.  Başka biri olmaya çalıştığını, sahteliğini göreceksin.  Bunu bir uzun araba yolculuğunda anlayacaksın ya da yağmurun altında yürürken belki sahilde oturmuş dalgaların kumu tokatlayışını izlerken.  O zaman fark edeceksin aslında hayatin en az silikon memeler kadar sahte kıçımdaki kıllar kadar gerçek olduğunu.